Hakkında

  • CEVDET LAÇİNKAYA 3 Yazı

    Tüm Yazıları
Sönmez Bir Meşaledir Öğretmen

Bugün Öğretmenler Günü.
Öğretmenlik, yalnızca sınıfta bilgi aktarmakla sınırlı olmayan; bireylerin hayata bakış açılarını değiştiren, onları düşünmeye, sorgulamaya ve yeni yollar keşfetmeye teşvik eden bir meslektir.

Öğretmenler, geleceğin mimarlarıdır; bir öğrenciye sadece bir ders değil, bir ömür boyu sürecek bir bakış açısı kazandırabilirler. Bugünü sıradan bir gün olarak değil, bunun bilinciyle kutlamamız gerektiğine inanıyorum.

Bu duygularla benim için çok değerli olan bir öğretmenimi anmak ama öncelikle çocukluk dönemimizin mahalle ortamından bahsetmek istiyorum;

Yıl 1990’ların ortaları…

Ailelerin 1966 Varto Depremi'nden sonra Varto ve Hınıs'tan gelip yerleştiği, her ne kadar İzmir'in içinde olsa da sosyo-kültürel anlamda İzmir'le pak alakası olmayan, hala Varto ve Hınıs'taymışız hissi yaratan Çiğli'nin Güzeltepe mahallesinde yaşıyoruz. Ortaokula kadar da mahallemizin dışına pek çıkmamışız. Dış dünyaya dair bildiklerimiz, çoğunlukla karıncalı televizyon ekranlarından gördüğümüz kadarıyla sınırlı. Tek etkinliğimiz sokakta oynadığımız oyunlar. Evde televizyon var ama, büyükler sabah akşam haber bültenlerini izlediği için o da keyifli bir aktivite olmaktan çok uzakta. Ne tiyatro biliyoruz, ne konser... 

Dedim ya İzmir'de ikamet ediyoruz ama Hınıs ve Varto'yu yaşıyoruz diye... Yaşadıklarımızı anlamaya, daha yeni yeni yaşken eğilmeye başladığımız o günlerde, tanıştığımız ilk modern insandı öğretmen. Kibar konuşan, modern giyinen, bakış açılarındaki farklılığı o yaşlarda bile sezebildiğimiz, harika bir rol modellerdi bizim için. Abarttığımı düşünebilirsiniz ama benim için karanlığın üzerine doğan bir güneş gibilerdi.

Öğretmenlerim konusunda da hep çok şanslı olmuşumdur, çok harika öğretmenlere denk gelmişimdir ama bir öğretmenin ufak bir çabasının neleri değiştirebileceğini anlatma adına ortaokul Türkçe öğretmenimiz Hasan Bulut'tan bahsetmek istiyorum size;

Güzeltepe İlköğretim Okulu'nda 7. sınıfa giderken, Hasan Hocam, sınıfta bir duyuru yaptı: “Hafta sonu sizi sinemaya, Eşkıya’ filmini izlemeye götüreceğim” dedi.  Heyecanlandım ama bir o kadar da tedirgin oldum. Eşkıya filmine dair haberleri o dönem haber bültenlerinde görüyorduk ama sinema, bilmediğimiz bir ortamdı ve tanımadığım alanlara adım atma konusunda çekingen bir çocuktum. O gün korkuma yenik düşüp, bir bahane bulup Eşkıya'yı izlemeye  gitmedim. Ancak içimde bir boşluk oluştu; sinema ortamını ve o deneyimi çok merak etmiştim.

Bir süre sonra, bir bayram günü biriktirdiğim harçlıklarla Karşıyaka Deniz Sineması’na gitmeye karar verdim. Gösterimde yine Eşkıya vardı. Işıklar söndü, perdeye yansıyan ilk görüntü Fırat Nehri’nin mavi suları ve  ardından Erkan Oğur’un dokunaklı sesiyle söylediği “Şu Fırat’ın suyu akar serindir…” O anın büyüsü, sinema salonunun atmosferi beni derinden etkiledi. Ama en önemlisi, o gün sinema okumaya ve bu büyülü dünyanın bir parçası olmaya karar verdim.

Bugün dönüp baktığımda, sinemacı olamasam da, ailesiyle geçireceği bir hafta sonunu öğrencilerini sinemayla tanıştırmak için harcayan, öğretmenliği dört duvarlı okul binasıyla sınırlı görmeden eğitimi okul binası dışına taşıyan, bu vesileyle de bana ilham olup,  Radyo TV Sinema bölümünü hedefleyip okumamda Hasan Hocam’ın ufkumu açan rehberliğini görüyorum. O, sadece bir Türkçe öğretmeni değil, hayal dünyamı genişleten ve beni bilinmeyene cesaretle adım atmaya teşvik eden bir ilham kaynağıydı. Ben kendi hikayemin sonunda sonunda  sinemacı olamasam da, kim bilir hangi öğrenciler Hasan Bulut ve onun gibi idealist öğretmenlerden ne ilhamlar aldı ve dezavantajlı yaşamlardan başarıya koşan ne hikayeler yazdı...

Uzun lafın kısası, öğretmenler, bazen bir sözle, bir tavırla, hatta küçük bir jestle bir çocuğun tüm hayatını değiştirebilir. Bu yüzden Öğretmenler Günü'nü bu bilinçle kutlamak gerektiğine inanıyorum. Nesillerimizi, geleceğimizi ve yaşamımızı şekillendiren öğretmenlerimizin öğretmenler günü kutlu olsun.

Devamı
Bitmeyen Döner, Kebap Festivalleri

Ülkemizde festivaller, yerel ürünlerin tanıtılması ve kültürel değerlerin yaşatılması açısından önemli birer araç. Ancak son yıllarda bu festivallerin isimlerinin hakkını vermediğini görüyoruz. Neredeyse her ilçede gerçekleşen festivallerin ana temasından uzak görünüm sergilemesi, festival alanına girişte önce sizi ızgara dumanının karşılaması, ana ürünün yerine çoğunlukla döner, kebap ve gözleme gibi yiyeceklerle dolup taşması katılımcıların festivallere olan ilgisinin azalmasına neden oluyor. İnsanlar bir yerden sonra adı farklı döner, kebap ve gözleme festivallerine katılıp aynı şeyleri görmek istemiyorlar.

Bir festivalin ruhunu yansıtan ana ürünlerin, organizasyonda yeterince yer bulamaması üzücü elbette. Enginar Festivali’nde birkaç tezgahta enginar bulundurmaktan öte, gözleme ve döner tezgahlarının sayısının fazlalığı, etkinliğin asıl amacını gölgede bırakıyor. Elbette ki, festivalde farklı lezzetlerin de yer alması kaçınılmaz; ancak ana ürün olan enginarın önemini vurgulayan yaratıcı alternatifler sunulması, festivale daha fazla anlam katabilir. Örneğin, enginarlı gözlemeler ya da enginarlı ev yemekleri, ziyaretçilere hem lezzetli bir deneyim sunar hem de festivalin temasını pekiştirir.

Çilek Festivali’nde de benzer bir durum söz konusu. Çilekten yapılan çeşitli ürünler tanıtılabilecekken, bu festivaller genelde sadece ham meyvenin satıldığı bir pazar alanına dönüşüyor. Çilekli kekler, limonatalar, pastalar ya da hatta çilek kolonyası gibi yaratıcı ürünler, festivalin coşkusunu artırıracakken, ziyaretçilerin de ilgisini çekebilir. Ama maalesef bizim festivallerimizde bu çeşitliliği göremiyoruz. Bu örnekleri festivallerin temasına göre çoğaltabiliriz.

Bu noktada, festivallerin genelinin organizatörleri olan belediyelere büyük bir sorumluluk düşüyor. Yerel ürünleri ön plana çıkarmak, festivalin gerçek amacını yaşatmak adına büyük bir adım olacaktır. Bu hem o ilçenin adının daha çok duyulmasına hem de daha çok ziyaret edilmesine katkı sağlayacaktır. Eğer belediyeler festival adı altında organize ettiği etkinliklerde, organizasyonun adını taşıyan ürünlerin özünü yansıtmazsa yıllarda sonraki yıllarda ziyaretçi çekmekte zorlanabilir.  Onca emek de heba olur gider. Yerel ürünlerin gerçek anlamda ön plana çıkarıldığı, kültürel zenginliğimizin sergilendiği festivaller, hem katılımcılar hem de organizatörler için tatmin edici bir deneyim sunacaktır.

 

Devamı
Sandıktan Çıkan İlahlar

Her seçim dönemi, toplum olarak kendimizi bir labirentin içinde buluruz; bu labirentin içinde ise en sıkı sıkıya bağlı olduğumuz kavramlardan biri, seçim yapma özgürlüğüdür. Oylarımızla belirlediğimiz kişiler, toplumun çeşitli kesimlerinden gelen vaatlerin ve söylemlerin temsilcisi olarak önümüze çıkar. Ancak, seçimlerin ardından yaşanan süreç, çoğu zaman mazbata sahibi kişilerin kendilerini adeta bir ilah gibi görmelerine yol açacak şekilde gelişiyor.

Seçimlerden hemen sonra, seçilenler üzerinde oluşan bu mistik ve genellikle abartılı hayranlık, hem toplumsal hem de bireysel düzeyde ciddi sonuçlar doğurabiliyor. Seçmenler, oy verdikleri kişileri yere göğe sığdıramaz hale gelirken, adeta bir kült yaratma çabasına giriyorlar. Sosyal medyada en basitinden bir asfalt yamalama paylaşımının altına bile “harikasın. mükemmelsin, sen tanrının bir lütfusun” gibi yorumlar, seçilmişin etrafındaki dalkavuk kitlenin de cilalamasıyla bir “putlaştırma” ve “ululaştırma” harekatına dönüşüyor. Bunun sonucu olarak seçilmişlerde ego patlamasına ve kişiliklerinde derin bozulmalara yol açabiliyor.

Seçilmiş kişi, çevresindeki bu aşırı hayranlık ve övgüler sayesinde kendini sürekli olarak büyük bir varlık olarak görmeye başlıyor. El pençe divan durma, elleri sıkanlar arasında birbirinin önüne geçme yarışı, bu kişilerin kendilerini merkezde görmelerine ve kendi görüş ve isteklerinin kutsal bir emir olduğuna inanmalarına neden oluyor.

Artık toplumsal değerlerden, gerçeklikten ve eleştiriden uzaklaşmış bir birey haline gelen seçilmişler ve kendi etrafında oluşturduğu ‘kutsallık’ havası, onları her türlü sorumluluktan muaf kılma, her eleştiriyi ise bir tür ihanet olarak algılama gibi düşünsel bozukluklara sürüklüyor. Bu durum, sadece seçilmiş kişinin kişisel gelişimini değil, aynı zamanda toplumun genel işleyişini de olumsuz etkiliyor; hizmetler aksıyor, talepler önemsenmiyor, eleştirenlere “hain, terörist, karşı partili” damgaları vurularak aslında ortada bir eksiklik olmadığı, eleştiriyi yapan insanların böyle bir algı yarattığı düşüncesini pompalıyorlar.

Peki çare ne?
Çara eleştiri yapmaktan vazgeçmemek. Aman parti zarar görür, aman karşı parti güç kazanır kaygısı gütmeden, eleştirinin de bir ihanet değil; temel bir hak olduğunu unutmadan, hizmet için seçtiğimiz kişilerin yanlışlarını ve eksikliklerini eleştirmek… Asilin ve vekilin kim olduğunu onlara sürekli hatırlatmak.Bizim onlara değil, onların bize muhtaç olduğunun bilincinde olarak; hem onların gerçeklikten kopmalarını engellemek, hem de bir faniden bir ilaha giden yolda önlerini kesmek. Bizi “ben yaptım oldu” zorbalığından da, lağım çukuruna dönmüş yerleşim yerlerinden de, köstebek yuvası yollardan da kurtaracak olan budur.

Devamı