DAHA KÖTÜ NE OLABİLİRDİ DEDİĞİMİZ O YERDEYİZ
Her şey nasılda hızla akıp gidiyor.
Ve bu ne fena!
Bazen bilincimiz yetişmiyor buna. Ondan da hızlı oluyor bu olanlar. Bu yüzden akıl erdiremiyoruz ya. Nasıl oldu diyoruz, daha dün konuşmuştuk, daha dün görmüştük. Daha dün Filistin diye bir ülke vardı. Daha dün, Lübnan’da gezilecek yerleri gösteriyordu televizyon kanalları. Beyrut diye çok güzel bir şehir vardı. Unutacak mıyız? “Bağdat gibi diyar olmaz” sözündeki Bağdat’ı unuttuğumuz gibi.
Ekranlardaki “delete” tuşu gibi. Tıklıyorlar, siliniyor hafızamız.
Gazze diyor, Filistin’i hatırlamıyoruz. Beyrut diyor, Lübnan’ı unutuyoruz. Hafızamıza bir şeyler olmuş.
Cinayetler; önce çocuklar, peş peşe birbiri ardına…
Kadınlar, genç kızlar, biri diğerini unutturmak ister gibi hızlıca geçiyor haberler. Durup düşünmeye zaman yok. Cinayetler, cinayetler…
Cinnet durumu gibi, bebekler, şimdi de onlar. Bir dizi canımızı emanet edecek kadar güvendiklerimiz. Daha kötü ne olabilirdi, dediğimiz o yerdeyiz.
Kötülüğün dini, dili, ırkı yok. İnsan neden bebek öldürmek istesin ki? Diye sormayın hiç. En güvenli olması gereken yerlere canımızı emanet edemiyoruz, edemeyecek duruma geldik.
Bu kadar duyarsızlık, medeni insan kisvesi altında en ürkütücü yüzüyle çıkıyor karşımıza.
Bu sektörde de değil sadece. Daha geçen haftalarda bir öğretmen elinde silahla okul bastı. Nasıl korunacağız bilmiyorum ki?
“Ben Amerika’da 25 yıl kalmış bir insan olarak şöyle bir gözlem yapıyorum. Amerika’da hiç eğitim görmemiş bir insanla aynı odada kalmaktan korkarım. Beş dolar için gırtlağını kesebilir. Eğitim orada gerçekten bir fark yaratıyor. Eğitim düzeyi yükseldikçe, uygar, olgun, sorumluluk sahibi, verdiği sözü tutan, kişisel bütünlüğü olan bir insan olma yolunda ilerliyor. İstisnalar kesinlikle olabilir ama genellikle böyle.
Türkiye’ye gelip baktığımda iki faktör görüyorum. Şehirleşme ve eğitim. Türkiye’de şehirleşmiş ve eğitim görmüş insandan korkuyorum. Kesinlikle insafsız, kendinden ve kendi yakınlarının çıkarından başka bir şey düşünmüyor. Bu son derece kuvvetli bir duygu bende. İliğini sömürür bitirir, hiç acıma duygusu yoktur.
Ama şehirleşmemiş, okumamış, saf köylü olarak kalmışsa, onda değerler bilinci çok yüksektir. Sanki eğitilmiş Amerikalı… Burada çok önemli bir gözlem var. Bunun üzerine düşünmek lâzım.
Benim analığım yörüktü. Annem öldükten sonra babam yeniden evlendi. Biz ona anne demedik, Ayşe teyze dedik. Ben daha on yaşındayım, sapanla vicik dediğimiz küçücük bir kuşu vurmaya çalışıyorum. ‘Vurma oğlum’ dedi. Ben, sen ne bilirsin Yörük karısı tavrı içinde, ‘Ne var parmak gibi küp küçücük kuş’ dedim.
Analığımın cevabı: ’Yavrum! Canın küçüğü büyüğü olur mu? Allah her birine bir can vermiş. Vurma yavrum günah.’ dedi.
Şu derinliğe bakın. Okuma yazması yok bu kadının. Yıllar sonra bunun anlamını anladım. Anladığım zaman ağlamaya başladım."
Doğan Cüceloğlu Hoca’nın bu sözleri geldi aklıma, kitabını karıştırıp sizlerle paylaşmak istedim. Belki bize bunları anlatmak istemiştir, kim bilir… Haksız sayılmaz.
Son günlerde üst üste yaşanan bu olaylara güncel olabilirlilik gözüyle bakma şansımız da hakkımız da yok. Yanan canların her birini duyumsamalıyız. O bebeklerden birinin bizim olduğunu düşünerek yaşamalıyız. Bundan kaçıp, başımızı çevirme şansımız yok. Kabuk bağlayan duyarsızlığımızdan acilen vazgeçmeliyiz.
Devletin ve bakanlıkların da bu olaylar karşısındaki tutumu gerektiği kadar sert olmalı. Toplumsal olaylar zinciriyle, örgütlü kötülüklerle karşı karşıyayız.
Yaşanan bu kötü durumlardan çok korkuyoruz, endişe ediyoruz, panik içindeyiz.
Tüm bunların hepsiyle mücadele edebilmek için ise “çaresizlik” duygusunu yok etmeliyiz. Gittikçe buna saplanıyoruz. Kurumlar, çaresizlik hissini bu toplumdan silmeliler. Daha büyük faciaya sürüklenmemek için.