Hakkında

  • REMZİ YILDIRIM 5 Yazı

    Tüm Yazıları
Astsubayın Vasiyeti Su kuyusu oldu

VASİYET

Mehmet Ali, çocukluğundan beri asker olmak istiyordu. Bayrağa olan sevdası, vatanına duyduğu derin bağlılık ve milletine hizmet etme arzusu, onu asker olmaya götüren en güçlü nedenlerdi. Babası, yıllar önce ona, “Oğlum, vatan toprağı şehitlerin kanıyla yoğrulur, biz bu topraklara kefensiz yatanların duasıyla sahibiz” demişti. Bu sözler Mehmet Ali’nin zihnine kazınmıştı.

Göz açıp kapayıncaya kadar yıllar geçmiş, Mehmet Ali artık Piyade Astsubay Çavuş olarak göreve başlamıştı. Operasyonlar, dağlarda geçen uzun geceler, vatan savunması için ter dökülen sıcak gündüzler... O ve silah arkadaşları, sınırın ötesinde, terörle mücadelede en ön saflarda yer alıyordu.

Bir gün, operasyondan döndüğünde, en yakın arkadaşı Volkan onu telaşla karşılamıştı. Yüzü solgundu, gözleri korku doluydu.

— “Mehmet Ali, seni rüyamda gördüm.”

— “Ne rüyası Volkan?”

— “Şehit oluyordun...”

Mehmet Ali, bir an duraksadı. Sonra başını kaldırıp gülümsedi:

— “Allah nasip ederse, bundan daha büyük bir şeref olur mu?”

Sonra sustu, derin bir nefes aldı. Gözlerini kısarak uzaklara baktı. O an, içinden gelen bir düşünceyi Volkan’la paylaştı:

— “Eğer şehit olursam, benim adıma Afrika’da bir su kuyusu açtırın.”

Volkan şaşkınlıkla baktı.

— “Neden Afrika?”

Mehmet Ali gülümsedi.

— “Orada insanlar su bulmak için kilometrelerce yürüyor. Bir damla su için saatlerce bekliyorlar. Eğer benim ismim bir su kuyusuyla yaşarsa, belki bir çocuğun duasına vesile olurum.”

O an, Volkan ve diğer arkadaşları bu sözleri hafızalarına kazıdı. Kim bilebilirdi ki, bu sözlerden sadece üç gün sonra Mehmet Ali, Irak’ın kuzeyinde şehadete kavuşacaktı…

VASİYETİ YERİNE GETİRMEK

Şehadet haberi yüreklere ateş gibi düştü. Mehmet Ali'nin ailesi, arkadaşları ve onu tanıyan herkes gözyaşlarına boğulmuştu. Ancak Volkan ve silah arkadaşları onun son vasiyetini unutmamıştı. Şehidin sözleri, adeta bir emir gibi akıllarına kazınmıştı.

Bu vasiyet, Adana Türkmen Gönüllüleri'ne kadar ulaştı. Dernek Başkanı Abdülbaki Sıray ve gönüllüler, bu emaneti yerine getirmek için kolları sıvadı. Mehmet Ali’nin vasiyeti artık bir görevdi.

Günler süren hazırlıkların ardından Kamerun’da bir köy seçildi. O köyde yaşayan çocuklar, kadınlar, yaşlılar yıllardır temiz suya hasretti. Kuyunun kazılması için ilk kazma vurulduğunda, Adana’dan, Mehmet Ali’nin doğup büyüdüğü topraklardan dualar yükseldi.

Ve gün geldi... Kuyunun inşası tamamlandı. Büyük bir tabela asıldı:

"Şehit Piyade Astsubay Çavuş Mehmet Ali Horoz Su Kuyusu"

O gün köyde bayram vardı. Çocuklar çıplak ayaklarıyla toprağa basarak kuyunun başında toplandı. Yaşlılar ellerini semaya açtı, dualar etti. Bir kadın, avucuna aldığı ilk damla suyu yüzüne sürdü. Gözlerinden yaşlar süzülürken, “Bu su artık bizim Mehmet Ali’miz” dedi.

Adana Türkmen Gönüllüleri'nin temsilcisi, kuyunun başında şehidin hatırasına şu sözleri fısıldadı:

— “Hürriyet ağacı şehitlerin kanı ile sulanır, millet şehitlerin gölgesinde güven içinde yaşar. Senin adını yaşatacağız kardeşim. Ruhun şad olsun!”

O günden sonra, Kamerun’un o küçük köyünde her su içildiğinde, her damla dudakları serinlettiğinde bir dua yükseldi. Ve Mehmet Ali'nin ismi, sadece memleketinde değil, binlerce kilometre uzakta, Afrika’nın topraklarında da anılmaya devam ediyor...

Devamı
ETHEM ÇALIŞKAN 5 OCAK: \"KURTULUŞ DEĞİL, KURULUŞ\"

Adana’nın sıcağı, Ocak ayında bile insanın tenine işlerdi. 1922’nin 5 Ocak sabahı, Toroslar’dan esen rüzgâr, Fransız işgalinin ardından ilk kez özgür bir nefes taşıyordu şehre. Ancak, zafer sadece düşmanı kovmakla kazanılmazdı; asıl mücadele şimdi başlıyordu.

Seyhan Nehri kıyısında, yıkılmış evlerin arasında, sırtında küfe taşıyan ihtiyar bir adam duruyordu: Hacı Halil. İşgal sırasında evini kaybetmiş, hanesi yangın yerine dönmüştü ama gözleri hâlâ umudu anlatıyordu. Yanında, ona yardım eden genç bir delikanlı vardı: Mehmet. O, işgal günlerinde Adana’yı terk etmeyen, geceleri fısıltılarla direniş haberleri yayan bir postacıydı. Şimdi ise elinde kürek, taşları üst üste koyuyor, yıkılan mahallesini yeniden kurmaya çalışıyordu.

Hacı Halil, bir taşı duvara yerleştirirken durdu ve Mehmet’e baktı:

— Evladım, kurtulduk derler ama asıl iş şimdi başlıyor. Kurtuluş, bir günü anlatır. Kuruluş ise bir ömrü…

Mehmet, yaşlı adamın ellerine baktı. Harabe halindeki bu sokakta, en küçük bir taş bile onun için bir umuttu. İşte, Adana’nın gerçek mücadelesi buydu: Şehri ayağa kaldırmak, ekmeği tekrar yoğurmak, pazarları şenlendirmek, sokaklarını çocuk cıvıltılarıyla doldurmak…

O gün, Adana sadece işgalden kurtulmadı. O gün, Adana yeniden doğdu. Ve bu doğuşun adı, Ethem Çalışkan’ın dediği gibi, bir “kurtuluş” değil, bir “kuruluş”tu.

Ethem Çalışkan’ın bu tespiti gerçekten dikkat çekici. 5 Ocak, Adana’nın Fransız işgalinden kurtuluş günü olarak bilinse de, Çalışkan’ın ifadesiyle aslında şehrin yeniden yapılanma sürecinin, yani kuruluşunun da bir sembolü. Çünkü işgalden sonra Adana, hem ekonomik hem de sosyal olarak kendini yeniden inşa etti ve güçlü bir kent kimliği oluşturdu.

Ethem Usta’nın bu sözleri, tarihi olaylara farklı bir perspektiften bakmayı öğütleyen derin bir yorum. Taner Talaş’a yaptığı bu açıklama, sadece bir gazeteciye verilmiş bir demeç değil, aynı zamanda Adana’nın hafızasına kazınması gereken önemli bir değerlendirme. Mekânı cennet olsun.

 

Devamı
Adanalıyık, Allah Adamıyık: Bir Ruhun ve Bir Şehrin Hikâyesi

Adana, Akdeniz’in sıcak kucağında, Toros Dağları'nın gölgesinde bir şehir. Güneşi yakıcı, insanı yürekten sıcacık. Adana, tarih boyunca sadece topraklarında yetişen pamuğuyla, ovalarında akıp duran Seyhan’la değil; insanının içtenliği, mertliği ve samimiyetiyle de anıldı. İşte bu ruhu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Adana’da yaptığı konuşmada dile getirdiği şu cümle ne de güzel özetliyor: "Adanalıyık, Allah Adamıyık."

Bu ifade, yalnızca bir söz değil, bir yaşam felsefesidir. Çünkü Adanalılık, sadece bir coğrafyaya aidiyet değildir; mert olmayı, dostluğu, yardımlaşmayı ve gerektiğinde taşın altına elini koymayı gerektirir. "Allah adamlığı" ise insanın içindeki hakikate bağlı kalmayı, adaleti ve insani değerleri yaşatmayı ifade eder. Bu iki kavramın birleşimi, Adanalının ruhunu, kimliğini ve duruşunu özetler.

Adanalılık: Yiğitliğin ve Samimiyetin Harmanı

Adana insanı, merttir. Söz verdi mi sözünün arkasında durur, yeri gelir bir tas şalgamla yüreğini ortaya koyar. Misafiri baş tacı eder, sofradaki son lokmayı paylaşır. Ama aynı zamanda cesurdur; hak için, doğruluk için göğsünü siper eder. İşte "Adanalıyık" sözü, bu cesaretin ve samimiyetin nişanesidir.

Bu şehir, Karaafad gibi kahramanlarıyla tarih boyunca yiğitliğin simgesi olmuştur. Kurtuluş Savaşı'nda düşmana karşı direnen Adanalı, yalnızca bir bölgeyi değil, bir ülkenin kaderini değiştirmiştir. Bu ruh, bugün de Adanalıların her hareketine yansır; gerektiğinde dik duruşlarıyla, gerektiğinde şakaları ve gülüşleriyle hayatı güzelleştirirler.

Allah Adamlığı: Hakikate Bağlılık

"Allah adamlığı" ifadesi ise insanın varoluşundaki en derin manayı yansıtır. Bu ifade, Allah’a teslim olmuş, onun adaletine ve merhametine inanmış bir insanın ruh halini tarif eder. Adanalı için bu, sadece bir dini duruş değil, aynı zamanda bir ahlak ve yaşam biçimidir. Bir Adanalı, komşusunun derdiyle dertlenir, düşenin elinden tutar. Bu, Allah adamlığının en basit ama en etkili tarifidir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu sözü dile getirirken Adana’nın tarihi ve kültürel dokusuna gönderme yaptığı aşikârdır. Adana, bereketli toprakları kadar bereketli insan ilişkileriyle de bilinir. Bu şehirde yapılan iyilik, bir zincir gibi halka halka yayılır ve toplumu güçlendirir.

Adana’nın Resmi ve Manevi Yükselişi

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Adana ziyaretinde bu ifadeyi kullanması, sadece bir espri ya da hitabet sanatı değildi. Aynı zamanda Adana’nın, Türkiye’nin bir parçası olarak manevi ve resmi açıdan ne kadar önemli bir konumda olduğunu vurguluyordu. Adana, sanayisi, tarımı ve kültürel zenginlikleriyle Türkiye’nin kalkınmasında öncü şehirlerden biridir. Ancak bu kalkınmanın temeli, insana ve insani değerlere duyulan saygıdan gelir.

Bu söz, Adana’nın yalnızca ekonomik anlamda değil, kültürel ve insani değerler açısından da Türkiye’ye örnek bir şehir olduğunun altını çizmektedir. Adana’nın insanı, mertliğiyle olduğu kadar, manevi duruşuyla da Türkiye’nin ortak ruhunu yansıtmaktadır.

Adanalıyık, Allah Adamıyık: Hepimize Düşen Görev

Bu söz, sadece Adanalılara değil, tüm Türkiye’ye bir mesajdır aslında. Adanalı olmanın mertlik, cesaret ve samimiyet; Allah adamı olmanın ise doğruluk, merhamet ve ahlak demek olduğunu hatırlatır. Bugün Adana’nın yiğit insanlarından öğrendiğimiz bu değerleri tüm ülke olarak yaşatmamız gerekir.

Nihayetinde, bir şehri yücelten yalnızca toprakları, sanayisi ya da tarihi değildir; o şehirde yaşayan insanların ruhudur. Adana, bu ruhu en güzel şekilde taşır ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözleriyle de resmi anlamda bu duruşu taçlandırmıştır.

Adanalıyık, Allah Adamıyık... Bu söz, yalnızca bir slogan değil; bir yaşam rehberi, bir duruş, bir manifestodur. Gelin hep birlikte bu sözün gereğini yerine getirelim; mert olalım, doğru olalım, samimi olalım. Çünkü ancak böyle bir toplumda gerçek anlamda ihya olabiliriz.

Devamı
Hüznün Gölgesinde Bir Yıl Daha: 365 Günlük Sessiz Çığlık

Ekonomik krizler, kadın cinayetleri, çocuk suiistimalleri ve toplumsal çatışmalarla geçen bir yıl daha geride kaldı. Her yeni gün, bir öncekinin ağırlığını taşırken, toplum vicdanında derin yaralar açıldı.

Geride bıraktığımız yıl, takvimden düşen yapraklarla birlikte ardında izler ve acılar bırakarak geçti. Kimi zaman bir çocuğun susturulan sesi, kimi zaman bir annenin dökülen gözyaşları, kimi zaman da ekonomik sıkıntılarla tükenen umutlar bu yılı adeta hüznün bir aynası haline getirdi.

Ekonomik Krizlerin Gölgesinde Yaşam Mücadelesi

2024 yılı, ekonomik zorluklarla özdeşleşti. Artan döviz kuru, yükselen enflasyon ve temel ihtiyaç ürünlerindeki fahiş fiyat artışları, halkın belini büktü. Yıl boyunca işletmeler kapanırken, işsizler ordusu daha da büyüdü. Geçim sıkıntısı yaşayan milyonlarca insan, ay sonunu getirebilmek için borçlara mahkûm oldu. Ekonomik krizin yarattığı sosyal etkiler, aile içi huzursuzluklardan toplumsal şiddet artışına kadar geniş bir alana yayıldı.

Kadın Cinayetleri: Bitmeyen Dram

Kadınlar için 2024 yılı, hayatta kalma mücadelesinin bir kez daha gündeme oturduğu bir dönem oldu. Kadın cinayetleri artarak devam etti; kimi bir boşanma davasında, kimi ev içi şiddetle son bulan yaşamlar, toplumun kanayan yarası olmaya devam etti. Kadın hakları savunucularının çığlıkları sokaklarda yankılanırken, adalet arayışı çoğu zaman yanıtsız kaldı.

Çocuk Suiistimalleri: Toplumun Masumiyetine Darbe

Çocuklar, masumiyetin sembolü olmaktan çıkarıldı; suiistimaller ve ihmaller, toplum vicdanını sarsan olaylara dönüştü. Eğitim sisteminde yaşanan aksamalar, yoksulluk ve sosyal güvencesizlik çocukları her zamankinden daha savunmasız hale getirdi. Her çocuk için güvenli bir geleceğin hâlâ sağlanamamış olması, gelecek yılların en büyük sorumluluğu olarak önümüzde duruyor.

Toplumsal Çatışmalar ve Bölünmüşlük

Geçtiğimiz yıl, toplumsal huzurun da sınandığı bir dönem oldu. Etnik ve siyasi gerilimler, kutuplaşmayı artırdı. Çeşitli olaylarda toplumun farklı kesimlerinden yükselen protestolar, hak arayışları ve çatışmalar, barış içinde bir arada yaşamanın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gösterdi.

Umuda Tutunma Vakti

2024, yaşanan tüm acılara rağmen, geçmişten ders çıkarılarak geleceğe umutla bakmayı da öğretti. Kaybettiklerimizin ardından, daha adil bir toplum kurma çabası büyüyor. İnsan haklarına saygılı, ekonomik adaletin sağlandığı, kadınların ve çocukların güvende olduğu bir toplum hedefi, her geçen gün daha çok kişi tarafından dile getiriliyor.

Bu yeni yıl, sadece takvimdeki bir değişiklik değil, toplumsal bir değişim ve yenilenme çağrısı olmalı. Hüzün dolu 365 günün ardından, artık harekete geçme ve daha güzel bir dünya için çaba gösterme zamanı.

Yeni yıl, umutlarımızı tazeleyecek bir dönemin başlangıcı olsun. Herkese barış, mutluluk ve güven dolu bir yıl dileriz.

Devamı
Eğitimde Kelime Fakirliği Türkçe’nin Zenginliği ve Eğitim Sistemimizin Çıkmazı

Dr. Ramzan Kurtoğlu’nun eğitim sistemiyle ilgili açıklamaları, Türkçe’nin zenginliğini ve bu zenginliğin çocuklarımızın zihinsel gelişimine katkısını ne derece kullanabildiğimizi sorgulamamıza vesile oluyor. Türk Eğitim Sistemi, sadece ders müfredatıyla değil, bireyin düşünme, analiz etme ve ifade etme becerilerini geliştiren bir mekanizma olarak da yeniden ele alınmalıdır.

Kelime Zenginliği ve Zihinsel Gelişim

Bir İngiliz çocuğunun üniversite kapısına geldiğinde 98 bin kelimeye maruz kaldığını öğreniyoruz. Bu sayı Alman çocukları için 92 bin, Fransız çocukları için 88 bin civarındadır. Ancak Türk çocukları yalnızca 11 bin kelimeyle sınırlandırılmış bir dil ortamında büyümektedir. Bu durum sadece dil becerilerini değil, aynı zamanda analitik düşünme, eleştirel bakış açısı geliştirme ve özgün fikir üretme kapasitelerini de sınırlandırmaktadır.

Türkçe, 140 bin kelimelik bir hazinedir. Ne yazık ki bu hazine, eğitim sistemimizde yeterince değerlendirilememekte ve nesiller arası aktarımda ciddi bir kopukluk yaşanmaktadır. Düşünce dünyamız, duyduğumuz ve kullandığımız kelimelerle şekillenir. Bir insan ne kadar çok kelimeye sahipse, düşünce dünyası o kadar geniş ve derin olur. Ancak çocuklarımızın zihni, bu kelime yoksulluğu nedeniyle sığ bir alana sıkışmakta ve potansiyellerini ortaya koymalarına engel olmaktadır.

Eğitim Sisteminin Sorumluluğu

Dr. Kurtoğlu, Türkiye’nin eğitim sisteminin hem iktidarı hem muhalefetiyle bir bütün olarak ele alınması gerektiğini vurgulamaktadır. Gerçekten de eğitim, siyasi tartışmalardan bağımsız olarak bir ulusun geleceğini inşa eden temel bir yapıdır. Ancak mevcut sistem, ezberci yaklaşımıyla öğrencileri düşünce üretmekten ziyade, bilgiyi olduğu gibi alıp pasif bir şekilde tekrar eden bireyler haline getirmektedir.

Eğitim sistemimizin her seviyesinde, kelime zenginliğini ve Türkçe’nin güzelliklerini öğrencilerimize aktarmak zorundayız. Bu, yalnızca Türkçe dersleriyle sınırlı kalmamalı, tarih, coğrafya, fen gibi derslerin içeriği de bu bilinçle düzenlenmelidir. Öğrenciler, öğrenme sürecinde Türkçe’yi etkin bir şekilde kullanmalı ve dilin derinliklerine inerek, eleştirel düşünmeyi ve yaratıcı fikirler üretmeyi öğrenmelidir.

Dil ve Kültür Bağlantısı

Dil, bir milletin kültürünün ve medeniyet birikiminin en önemli taşıyıcı unsurudur. Türkçe’nin yeterince zengin bir şekilde kullanılmaması, aynı zamanda kültürel bir erozyona da yol açmaktadır. Geçmişteki edebi ve bilimsel birikimimizi anlayabilecek bir kuşak yetiştirmek istiyorsak, dilimizi genç nesillere doğru bir şekilde aktarmalıyız.

Bugün dünyada eğitim sistemleri, öğrencilerin dil becerilerini geliştirmenin yanı sıra, onların hayal gücünü, yenilikçiliğini ve problem çözme yetilerini desteklemeye odaklanmıştır. Finlandiya, öğrencilerine kelime zenginliği sunarak, onları sadece bireysel başarıya değil, toplumsal fayda sağlayacak bireyler olarak yetiştirmektedir. Türk eğitim sistemi de bu vizyonu benimsemek zorundadır.

YAPILMASI GEREKEN

Dr. Ramzan Kurtoğlu’nun dikkat çektiği bu önemli mesele, yalnızca eğitim politikalarının değil, toplumsal bilinçlenmenin de konusu olmalıdır. Eğitim sistemi, bir çocuğun doğumundan itibaren hayatını şekillendiren en güçlü araçtır. Türkçe’nin zenginliğini, kelime gücünü ve düşünce derinliğini çocuklarımıza kazandırarak, hem bireysel hem toplumsal gelişimimizi destekleyebiliriz.

Türkiye’nin geleceği, sadece teknolojik yatırımlarla değil, dil ve eğitim politikasında yapacağı köklü değişimlerle şekillenecektir. Eğitimde kelime zenginliğini artırmak, Türk milletinin zengin kültürel mirasına ve potansiyeline olan inancımızı tazelemek demektir.

Unutulmamalıdır ki: Bir millet, dilini kaybederse, düşüncesini de kaybeder. Türkçe’nin zenginliği, bizim geleceğimizdir.

Devamı