İnsanı konu alan her kavramın yelpazesi geniş olur. Bu ister kadın olsun ister erkek, fark etmez. Edebiyat zaten başlı başına geniş bir konu. Ben kendimce her birine, ancak daha çok kadının edebiyata girişine değineceğim.
“Edebiyattaki en yaratıcı sözler, en derin fikirler kadınların dudaklarından dökülürken gerçek hayatta güçlükle okur, zar zor heceler ve kocasının malı durumundadır.” Virginia Woolf’un bu sözleri kendi dönemindeki kadının durumunu açıklıkla anlatıyor. Edebiyatta kadın dediğimizde kadının edebiyata hangi dönemlerde ve şartlarda girdiğini bilmemiz gerekiyor. İstatistik ve tarihlere girmeyi hiç düşünmüyorum fakat yine Woolf’tan şu cümlelere göz atmanızı isteyeceğim.
“Ayrıca yüz yıl sonra diye düşündüm kapının eşiğine vardığım sırada, kadınlar artık himaye edilen cins olmayacaklar. Bir zamanlar kendilerine yasaklanmış olan bütün faaliyetlere ve uğraşılara katılabilecekler.” Buradan bir dönemi okuyoruz. Tabii ki dilek, temenni, çaba ve umut vaad eden cümleler. Ancak bugün kadınlara verilen değere baktığımızda beklendiği ve umut edildiği gibi olmadığını gazetelerden okuyoruz.
Kadın dendiğinde konu yeterince zor, ancak edebiyat dediğimizde sınırlamıyor, güzelleştiriyoruz.
Edebiyatın cinsiyeti olmaz; edebiyat ne kadınsız ne de erkeksiz düşünülemez. İnsanla var olmuş bir kavramdır. Hatta insanın en nahif haliyle varlığını sürdürebilen bir alandır.
Kadın kendi egemenliğini kendisi meydana getirene kadar, edebiyatta ne yazık ki yer bulamamıştır. Ne zamanki kendi varoluşunu tamamlamış, akabinde edebiyata muhteşem eserler vermeye başlamıştır.
İstanbul’da 1990’da Kadın Eserleri Kütüphanesi’nde derlenen 15 bin rakamlarına ulaşan eserler, bu konuda ülkemizde dahi var olan durumun ve başarının göstergesidir.
Kadın edebiyatta var olduğunda, erkek egemenliğindeki edebiyat tekdüzelikten kurtulmuş, yelpaze genişlemiş ve renklenmiştir kuşkusuz. Kadınlar her alanda olduğu gibi edebiyatta da eşit haklara sahip olduklarında kendi var oluşlarındaki incelik ve zarafetlerini eserlerine yansıtmıştır. Esasında edebiyat ya da yazım dünyasında cinsiyetin tamamen ortadan kalkması gerektiğini, okuduğumuz hatta kült eserler dediğimiz klasiklerden görebiliyoruz. Tolstoy’un Anna Karenina’sında bir kadın ruhunu, duygularını anlatan erkekle karşı karşıya olduğumuzu düşünmeyiz. Orada sadece bir kadının duyguları vardır. Bunu kim, neden, nasıl yazmış, düşünmeyiz o anda. Biz de ise Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu adlı eserinde oturup düşünecek olsak, Çalıkuşu’nu asla bir erkeğin yazdığını hayal edemeyiz. İşte böyledir edebiyat, cinsiyetsizdir. Bir yazar cinsiyetini ön plana çıkarsa, asla başarılı olamaz.
Ne zaman kadından, kadının yerinden söz açsak, kalem savunmaya geçiyor. Asla feminist düşünceler olmasa da cümleler benzeşiyor.
Bu konuda söyleyecek ne çok söz var. Anlayacak ne az insan… anlayanlar edebiyatın içindeler.
Edebiyat insanla güzel…
SON YAZILAR