ORTADOĞUNUN EN BÜYÜK SORUNU İSRAİL VE FİLİSTİN...!

Tarih boyunca, İslam coğrafyasında birlik ve beraberlik sağlanması her zaman zor olmuştur. Bu durum, tarihsel olaylara ortak tepki verme yeteneğini etkilemiştir. Ancak, Filistin meselesi bu coğrafyada her zaman hassas bir konu olmuştur. 1970’lerde sol partiler ve örgütler tarafından desteklenen bu mesele, zamanla daha çok din eksenli bir konuya dönüştü. Ancak, İsrail’in sivil halkı öldürmesi ve topraklarını uluslararası hukuka aykırı bir şekilde genişletmesi gerçeği değişmedi.

Türkiye, Filistin halkının yanında durarak bu durumu sürekli dile getirdi ve uluslararası arenada destek sundu. Ancak, bu destek popülist eylemlerle değil, devletler arası ilişkilerle sağlandı. Filistin yönetiminin Türkiye’nin karşısında yer almasına rağmen, Türkiye insani açıdan mazlumun yanında olmayı tercih etti.

Ancak, son zamanlarda Hamas’ın İsrail’e yaptığı saldırılar, Filistin davasını gölgelemiştir. Hamas’ın festivalde gençleri öldürdüğü ve kadınları kaçırdığı saldırılar, İsrail Hükümeti’ne dünyaya “Bakın bu barbarların yaptıklarına. İntikam alacağız ve haklıyız” mesajını verme fırsatı sağladı.

Bu durumda, Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ve Dışişleri Bakanlığı’nın yaptığı açıklamalar önemli oldu. Soğukkanlı ve itidalli olmak gerektiği belirtildi. Ancak, Hamas’ın yaptığı saldırıları kınayanların “İsrail de şunları şunları yaptı, hak ettiler” şeklindeki tepkileri kabul edilemez.

İzzetbegović’in “Savaş ölünce değil, düşmana benzeyince kaybedilir.” sözü burada çok anlamlıdır. Savaşın da bir onuru vardır ve bu onur, sivilleri hedef almayı gerektirmez.

Sonuç olarak, Ortadoğu’da daha fazla kan akacak gibi görünüyor. Ancak umut her zaman vardır ve belki de bu durum, bölgedeki ülkelerin birlik ve beraberlik sağlama konusunda daha fazla çaba göstermelerine yol açabilir.

Hamas’ın sivil halka, özellikle çocuklara yönelik saldırıları kabul edilemez. Ancak, İsrail’in Birleşmiş Milletler kararlarını ihlal ederek, “yerleşim” adı altında kan ve şiddetle sınırlarını genişletmesi ve saldırıları da bir zulümdür. Bu zulmün bugünkü temsilcisi Netanyahu’dur.

Her Yahudi’nin Siyonist olduğunu söylemek yanıltıcı olur. Siyonist hareket içinde sağcılar, solcular, faşistler ve liberaller bulunmaktadır. Örneğin, İsrail’deki Haaretz gazetesi, Hamas’a karşı öfkenin kabardığı bir dönemde “felaketin sorumlusu Başbakan Netanyahu” başlıklı bir makale yayınladı. Makalede, Netanyahu’nun “Filistinlilerin varlığını ve haklarını açıkça görmezden geldiği” belirtildi.

Haaretz ayrıca, Netanyahu hakkında üç yolsuzluk dosyası bulunduğunu ve yargıyı kontrol altına almak için anayasayı değiştirmeye çalıştığını hatırlattı. Gazete, böyle bir kişinin makul bir politika izleyemeyeceğini belirtti.

Netanyahu her zaman zayıf koalisyonunu korumak için aşırı sağ şiddet politikalarına başvurmuştur.

TÜRKİYE’NİN TAVRI

Türkiye’nin İsrail’i tanıma süreci ve bu konudaki tutumu hakkında bazı yanlış anlamalar olduğunu görüyorum. Örneğin, bazıları Türkiye’nin İsrail’i ilk tanıyan ülkelerden biri olduğunu iddia ediyor. Ancak gerçekler bu iddiaları desteklemiyor.

1947’de Birleşmiş Milletler’de “Filistin’in taksimi” karar tasarısına Türkiye ret oyu vermiştir. Bu oylama sonrasında Filistin’de Araplarla Yahudiler arasında savaş çıkmıştır. İsrail 14 Mayıs 1948’de kuruluşunu ilan etti ve ABD hemen tanımıştır. Ancak Türkiye, İsrail’i tanımak için Arap dünyasının mütareke yapmasını ve durumu kabul etmesini beklemiştir.

Bu durum, Türkiye’nin dış politikasının kendi güvenliği ve geleceğini esas aldığını göstermektedir. Bu temel bir prensiptir ve bugün de geçerlidir.

Bu konulara dair fikir yürütürken sağlam bilgi birikimi gerektirir. Hamaset yerine rasyonalite her zaman ön planda olmalıdır.

BELEDİYELER

EKONOMİ