SİYASAL İSLAMCILIK: LAİKLİK, BİTMEYEN HESAPLAŞMALAR, LAİK EĞİTİMİN ÖNEMİ

Türkiye’de çözümlenmesi gereken o kadar fazla sorun var ki… Ama ülkeyi yöneten siyasetçilerin ve yön verdikleri bakanlık veya bürokrasi makamlarını işgal edenlerin, görüyoruz ki hiç bu yönde atılım içinde olmadıklarını…
Çok çabuk unutuyoruz… Bir aralar bazı kavramlar ve olgular pek meşhurdu, pek revaçta idi. Ama sonra ne olduysa oluyor, toplumumuz gündelik yaşamın insanı boğan ve esir alan rutinine kapılıp gidiveriyor. Siyaset mühendisliği, toplum mühendisliği, post-truth- algıların manipüle edilmesi…

Şöyle baktığımızda, memleketimizin “acil çözümlenmeyi” bekleyen sorunlarının içinde, mesela, ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ var mıdır? Öte yandan, ilgili siyasetçilerin ve bürokratların açıklamalarına bakıyoruz, ülkemizin değerlerine ve kuruluş felsefesine ters düşecek açıklamalar olduğunu görüyoruz. Değerli okuyucular, şunu kabul etmek durumundayız… Artık Osmanlı İmparatorluğu deneyimi geride, mazide kalmıştır. Osmanlı Devleti, hüküm sürdüğü çağda, şan ve şerefle cihanda namını ayakta tutmuştur. Öte yandan, ATATÜRK önderliğinde başlatılan KURTULUŞ SAVAŞI ertesinde yapılandırılan TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ, çok faklı değerler ve ilkeler üzerinden inşa edilmiştir.

Şuraya gelmek istiyorum. Osmanlı İmparatorluğu, gücünü başında bulunan padişahın dinî kaynaklı referanslarından almaktaydı. Osmanlı Devleti’nde yönetim padişahın kudretinden, bu kudret de ilahi olarak dinimizden neşet etmekteydi. Osmanlı Devleti kurulduğu ve yükseldiği çağlar bakımından din-tarım imparatorluğu olduğundan, bu imparatorluktaki hemen hemen her şey döneme uygun olarak İslam dinine uygun olarak düzenlenmekteydi. TÜRK DEVRİMİ ve dolayısıyla CUMHURİYET REJİMİ, baştan aşağı olarak Osmanlı Devleti’nden hem siyasî düzen hem de sosyo-ekonomik düzen olarak “ayrışmaktadır”. Cumhuriyet rejiminin en önemli değeri, laik, demokratik bir siyasal sisteme yaslanmasıdır. Yönetimin bir aileden alınarak, topluma ve dolayısıyla millete verilmesidir. Cumhuriyet rejimimizin en önemli ögeleri, “millî irade”, “millî egemenlik”, “temel insan hak ve hürriyetleri”, “demokratik hukuk devleti” gibi kolonlara yaslanmasıdır.
Görüyorum ki 21. yüzyılda bile laiklik olsun laik eğitim olsun hedefe konuyor!

***

Şimdi buraya iki açıklama alacağım, birinci konuşma eski millî savunma bakanı şimdi milletvekili olan Sayın Hulusi Akar’a ait. Diğeri de Anayasa Mahkemesi Başkanı Sayın Kadir Özkaya’ya ait.

Bakalım, Sayın Hulusi Akar ne demiş:

“Eğitimin amacı ne? Eğitim bilgi değil arkadaşlar. Bilgi üniversitede oluyor. Bilgi meslekte oluyor. Eğitimin amacı bir, Allah korkusu, iki kuldan utanma.
Eğer biz dört on iki yaş arasındaki insanlara, çocuklarımıza Allah korkusunu verirsek, Allah'tan korkmayı, kuldan utanmayı verirsek, efendim vatan sevgisini verirsek, millet sevgisini verirsek, bayrak sevgisini verirsek, bu başkaları için iyilik yapmayı öğretirsek ve diğer milli ve manevi değerlerimizi onlara yüklediğimiz takdirde, ondan sonra bu çocuk nereye giderse gitsin, dünyanın her yerine gitsin, bu çocuktan korkmayın.
Eğer bu verilemezse, bazı sıkıntılarımız var eğitimcilerimizin yakından bildiği gibi, şimdi gördüğünüz tablo; bu sefer ateistle mi uğraşacaksınız, deistle mi uğraşacaksınız, LGBT ile mi uğraşacaksınız, uyuşturucu ile mi uğraşacaksınız, şaşırırsınız. Şaşırırsınız.”

[Sputnik Türkiye]

Bakalım, Anayasa Mahkemesi Başkanı Sayın Kadir Özkaya ne demiş:

“Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de Lokman Hekim’in oğluna yönelik tavsiyelerine ilişkin ayette “Evladım, yaptığın iyilik veya kötülük hardal tanesi ağırlığında bile olsa, bir kayanın içinde saklı da olsa, göklerin veya yerin herhangi bir noktasında bile bulunsa, Allah onu çıkarıp ahirette karşına getirir. Çünkü Allah her şeyi bütün incelikleriyle bilir, her şeyden hakkıyla haberdardır.” denilirken, bir başka yerde de “Kıyamet gününde öyle doğru, öyle hassas teraziler kurarız ki kimse en küçük bir haksızlığa uğratılmaz. Bir hardal tanesi kadar (hardal tanesi ağırlığında, iyi ya da kötü, basit bir şey) bile olsa yapılanları (her şeyi) getirir tartıya koyarız. Hesap sorucu olarak biz yeteriz.” denilmektedir.
Kıymetli meslektaşlarım bugün adalet dağıtıyoruz, her şeyi ve herkesi sorguya çekiyoruz. Lakin hepimiz geçiciyiz, bizi de bir gün sorguya çekecekler, bunu da unutmayalım. Unutmayalım ki bir gün mizan kurulur, bütün defterler dürülür, hesabı bizlerden sorulur. Yanlışlardan kaçınalım, o günler gelmeden bugünün kıymetini bilelim. Bir gün bize de sıra gelecek.”

(Sayın Kadir Özkaya bu konuşmayı, Anayasa Mahkemesi Üyesi Doç. Dr. Metin Kıratlı’nın Andiçme Töreni ve Bireysel Başvurunun Kabulünün 12. Yıldönümü Sempozyumu Açış Konuşması esnasında yapmış.)
[Anayasa Mahkemesi resmi web sitesi]

***

Diyebilirsiniz ki ne var bu konuşmalarda? Evet, doğru, bu ülke Müslüman insanların yoğunlukta olduğu bir Ortadoğu ülkesi. Ama öte yandan bu ülkenin bir “Anayasası” var, uygulanmak zorunda. Anayasada laiklikten bahsetmektedir. Ve eğitimin laik ilkelere uygun olarak sürdürüleceği de amir hükümdür. Pekâlâ, toplumumuzun son yıllarda yaşadığı yozlaşma ve ahlâkî çöküntüden dolayı, bu minvalde yapılabilecek konuşmalar ve sohbetler kendimizi gözden geçirmemiz ve “neler oluyor bir bakalım, nereye gidiyoruz” veçhesinden de olumlu yaklaşımlardır. Ama en son tahlilde bu sohbetlerin yapılacağı “kamu adresleri” ve ilgili kişiler doğru mudur? Eğitim hem bilgi temelinde hem de erdemli “vatandaş” yetiştirilmesinde önem atfetmektedir. Bugün, eğitim dediğiniz sadece üniversitelerde değil, ta ilkokul sıralarında dünyaya entegre olan (dünyayla bütünleşen) süreçle başlar. İşte ilkokul, ortaokul ve lise seviyesinde bugünlerde eğitim ve öğretim faaliyetlerimiz “olması gereken bir biçimde” sürdürülemediğinden, kendilerini alanında iyi yetiştirmiş eğitimciler tarafından akademi eğimi, “yüksek lise” diye alaya alınmaktadır.

Farkındayım, yazı uzamakta. Tekrar, buraya bir araştırmanın bulgularını alacağım. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) merkezli düşünce kuruluşu Pew Araştırma Merkezi, kısa bir süre önce 35 ülkeyi kapsayan ve siyasî liderlerin dinî yönelimlerinin seçmenler ve onların tercihleri açısından hâlâ çok önemli olduğunu gösteren bir çalışma yayımlamış.

Pew’in bu çalışmasında, din ve siyaset arasındaki bağın daha güçlü göründüğü ülkelerin tamamı Asya ülkelerinden oluşuyormuş. Bu korelasyon ve oranlarına baktığımızda; Bangladeş (%91) oranla birinci sıradayken Endonezya (%90) oranla ikinci sırada yer almış. Oranlar, bu şekilde devam ediyormuş. Bu ülkeleri birkaç Afrika ülkesi takip ediyormuş. Bu bağlamda bu araştırmanın Türkiye ayağına geldiğimizde, Türkiye’de araştırmaya katılanların %69’u, liderlerinin kendileriyle aynı dinî inançları paylaşmasının önemli olduğunu düşünüyormuş. Öte yandan bu oran İsrail’de %55 olarak tezahür etmiş. Yine, siyaset ve din arasındaki bağın etkileşimine Avrupa penceresinden bakıldığında, bağın en yüksek olduğu Avrupa ülkeleri; Polonya (%52), Yunanistan (%42), Macaristan (%40). Din ve siyaset ilişkilerinin en düşük olduğu ülkeler, doğal olarak batı ve kuzey Avrupa’da bulunan devletler/ülkeler: Hollanda (%15), Fransa (%17), ispanya (%18), İngiltere (%22), Almanya (%23), İtalya (%30)

(gazeteduvar)

***

İşte böyle olduğundan, Siyaset, dünyevî ilkelerden uzaklaştırılarak, insanların yumuşak karnı olan “mukaddes ve moral değerler” üzerinden yapılmaya başlandığında, bu tip ülkelerde hem siyasal yozlaşma hem de yurttaşların siyaset kurumuyla olan yine hem de kendi aralarındaki ilişki ve bağı sarsılmakta ve böylelikle kutuplaşma ve saflaşma denen, toplumları ayrıştıran bir toplumsal hâl zuhur etmekte. Bizim gibi ülkelerde manevi hissiyatlar kuvvetli olduğundan, Siyasal İslam ideolojisinden kendilerine ikbal, makam, mevkii, şan-şöhret iktibas etmek isteyen siyasal hareketler, bu doğrultuda toplumun dinî duygu ve değerlerini politikaya alet etmekten imtina etmezler. Ama ne ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti, laik ve demokratik esaslarla donatılmış bir seküler üniter devlettir.

HÜDA PAR Genel Başkanı’nın şu ifadelerini nasıl yorumlamak gerekiyor:

“Ahmağa anlatır gibi tek tek söyledim buna rağmen anlamamakta ısrar ediyorlar. Biz anayasanın 4’üncü maddesi olmasın diyoruz. Bir daha söylüyorum, altını çizerek söylüyorum. İlk 4 madde değil, 4’üncü madde, Tamam mı?”

I. Devletin şekli
Madde 1Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.

II. Cumhuriyetin nitelikleri
Madde 2Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.

III. Devletin bütünlüğü, Resmî dili, bayrağı, milli marşı ve başkenti
Madde 3Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Milli marşı "İstiklal Marşı"dır. Başkenti Ankara'dır.

IV. Değiştirilemeyecek hükümler
Madde 4Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.

Artık daha fazla bir şey yazmaya gerek yok. İlk 3 maddeyi okuyun, zaten niyet ortaya çıkar. Şöyle baktığınızda bu “Siyasal İslamcıların” serzenişleri, “benim oğlum bina okur, döner döner yine okur” atasözünün ötesine geçemiyor. Pekâlâ, geçmesin de.

BELEDİYELER

EKONOMİ